Cevap: Ezgin Kılıç kaleminden
Sesin,
Dokunuşunu unuttuğum dokun,
Kokun…
Sana ihtiyacım var; hani, nerede ellerin?
Yüreğime dokun…
Düşün ki;
Yalnızım,
Çocuğum üstelik,
Kan ağlıyor gökyüzü ve karanlık, zifiri…
Düşün ki çığlıklar kopuyor kulaklarımda,
- gitme
- git..
- -me…
Düşün ki;
Açım, yürüyemiyorum ve konuşamıyorum bile!
Çocuğum işte,
Sen bir anne kucağı,
Sen, ayaklarının altında saklı cennet yarısı,
Alın yazısı,
Kalp ağrısı,
Gönül sızısı,
Ahh anlatamıyorum,
Sana ihtiyacım var, öldürecek beni bu sensizlik…
Korkuyorum…
Düşün ki;
İki kişilik bir masada yalnız oturuyorum.
Mumlar yangın yeri, cehennem…
Ortada bir kadeh,
Bir tarafı kırmızı bir ruj, ben tarafı kırık bir düş
Gözlerin diyorum, cennet.
Bakışların sırat…
Ben karşında teşebbüs ettiğin o en büyük günah,
Sürünüyorum...
İnceldiğin yerden kop artık!
Yorgunum diyorum,
Bitkin ve gözlerine düşmeye hazırım.
Sana ihtiyacım var,
Cehennem de olsan, cehennemde olayım…
İzin ver,
Bırak yansın avuçlarım, biraz sarılayım…
Bilmezden gel beni,
Sevmezden gel,
Görmezden, duymazdan gel hatta,
Ama gel işte,
Çok ihtiyacım var sana…
Düşün ki;
Dibini bulan kurumuş bir denizsin Sahra’nın ortasında,
Ben yağmur duasına çıkmış bir balık...
Anla…
Cevap: Ezgin Kılıç kaleminden
Aşkı,
Sevgiyi,
Geçmişi…
Hepsini boş ver kalsın bir kenarda. Yalnızlığın tadı başka Rose, kendinle kaldığında, içtiğin sigaranın son fırtında, başınla yastığın her buluşmasında…
Düşün sen de,
“Unutmak mümkün mü”,
Yoksa hisler, sahiden ölür mü?
Cevap: Ezgin Kılıç kaleminden
Neredesin,
Mutlu musun,
Özlüyor musun beni,
Acıyor mu için?
Umurumda bile değilsin…
Saatin kaç olduğunun önemi yok, senden sonra zaman kavramının anlamını yitirdiği o başlangıcı ve sonunu kestiremediğim boşluktayım.
Ve ben ölürsem,
Akrebi ve yelkovanı kırık bir saatin kadranına gerin gövdemi, İsa’yı çiviledikleri çarmıh utansın köhneliğinden…
Ben sana hep susmuş olacağım…
Şikayetçi olduğun suskunluklar, beklemediğin bir anda uğultu olacak kulaklarında.
Gözlerine bakışımı özleyeceksin,
Dizime yattığında saçlarını okşayan dokunuşlarımı,
Herkesin senden almak istediği şeyi, kendi nefsimden bile koruduğum gelecek aklına.
Hatırla!
Işıktan utanan tenlerimizin karanlıktayken kıyafetleriyle vedalaşması gelsin aklına. Dudaklarımız bir birine kenetlenmişken, nefesimiz ne kadar uzak olabilirdi ki birbirimizden?
Ve birbirimizin ciğerlerinden aldığımız nefesler gelsin aklına!
Oysa karanlıkta tüm tenler aynıydı,
Karanlık ırk ayrımı yapmıyordu,
Ten seçmiyordu,
Renk,
Koku ayırmıyordu karanlık…
Sıkıca bel köküne sarılıp yatmak yetiyordu; koynunda uyumak, uyandığımda senin kokunla uyanmanın hayali çocukçaydı belki,
Ama karanlığın nefsi kırbaçlama seanslarında, bir tek senin…
Sadece senin kirpiklerinden öpüp uyumak…
Tarifi,
İzahı,
Anlatımı yok bunun…
Neredesin,
Mutlu musun,
Özlüyor musun beni,
Acıyor mu için?
Umurumda değilsin…
Çünkü sen beni hatırlamaya mecbursun, sevmeye de…
Sen unutmak istedikçe yüreğin hatırlatacak beni sana. Koruduğun, sona sakladığın ne varsa, bir sona ulaşıp öyle kolayca kaybettiğinde…
Gözlerine hiç bakmadan, güdümlü bir dudak dudaklarına kilitlendiğinde,
Hırpani bir sevişmenin ardından, her şeyini sunduğun adam “zaman hayli geçmiş” der gibi saatine baktığında, ve hatta sevişmenin ardından tek bir kelime etmeden kendi eşyalarıyla kucaklaşıp senden uzaklaştığında…
Sen, benim seni sevmemi hatırlayamaya mecbursun!
Öpüşümü,
Dokunuşumu,
Uyuduğunda saçlarınla konuşmamı…
Sen değil belki, ama ruhun özleyecek hepsini…
Ki ben…
Seni hala deliler gibi seviyorum!
Nasıl umurumda olabilirsin ki, her an aklımda ve yüreğimdeyken?
Ve sen ne yaparsan yap, kiminle olursan ol, dilediğince küfret bana… Atmayacağım seni nefes aldığım o ufacık yerimden,
Ve sen benimle yaşamaya mahkumsun, öldürmeyeceğim seni, ki ben senden önce ölmezsem…
Umurumda değilsin, anlıyor musun?
İçimde,
Yüreğimde,
Kanımda,
Her zerremde’sin…
Cevap: Ezgin Kılıç kaleminden
Bir Tenden Bir El’e Mektup
“En sevdiği oyuncağı elinden alınmış küçük bir çocuğum ben, bütün yalnızlığım ondan. Boğacak beni bu sağanak, hala korkuyorum gök gürültüsü ve karanlıktan. Küçük bir çocuğum hemen inanırım “şimdi gideyim sonra gelirim” yalanlarına. Çocuğum işte anlamam vardan yoktan. Ne olur sen anla beni.
Hemen gitme…
Hem ne kadar oldu ki geleli daha? Çayına bıraktığım dudak payı bile bardağın ağzıyla öpüşüyor hala. Otur, kal birazcık. Hem görüşmeyeli onca zaman geçti, anlatacaklarımız birikmedi mi omuzlarımıza? Kal işte, dök içini içime. Hiç olmazsa beni dinleyebilirsin mesela. Güçsüzüm çünkü, savunmasız ve bıraktığından daha az kaldım bende. Eriyorum görmüyor musun, saatimde saniyeler yaşlandı sen yokken. Asırlar geçti üzerinden bir yalnızlık geçeli üzerimden. Kal işte, çok değil yalnızca bir ömür kal. Sonra ben zaten seninle bırakacağım seni…”
diye yalvarmıştım arkandan, duymadın. Duymak istemeyecek kadar unutmuştun aslında ya da kendini bile duymayacak kadar sağırdın bana. Son bir kez elini salladın soluduğum havayı tokatlarcasına. Avuçlarında çırpındı yüreğim. Öylesine çocuk, öylesine masum, öylesine aciz ve takatsizdim ki yine de dönüp gittin ya sırtını; ölümüne değil öylesine olduğumu anladım. Aldandım aslında biraz, kandım o yirmili yaş aşklarının fırtınasına. Aşk savruldukça hırpalanmasıymış meğer yüreğin. Eskidikçe başka kalplerin gölgesinde, inan bir başka hissettim.
Hani sorgulamadığım da olmadı değil kendimi. Çok sorguladım Rose, hatta kaç kere yargısız infaz bile ettim sana dair tüm düşüncelerimi. Bir gece vakti dolunayın alnına çaktım senli bütün hayalleri. Olur ya seninle aynı gecenin karanlığına açarız belki gözlerimizi ve uyandığın düşten sonra düştüğünü gör istedim gözümden. Söyleyemedim hiç, ama duy istedim. Bak ve gör nasıl bir boşluğa saldığını bizi. Bi izi bile kalmadan bir aşk nasıl silinebiliyormuş bil istedim…
Şimdi yoksun diye krallıktan alıp soytarı yapacak değilim seni.
Soytarılar gülümserken en çok kralına küfrederler. Seni hala gülümseyerek anıyorum sevgili…
Kralsın…
Merak etme Rose, düşündüğüm kadar yıpratmadı beni bu veda. Zamansızdı belki, beki de bir kaç ömür zaman sızdı aramıza. Ama olsun, yaşayacağım diye karşı koyan gördün mü hiç Allah’a?
Sen beni öldü farz et yine. Soğuk bir ceset, gereksiz bir anı, suya düşen bir düş say beni.
Sen yaşa, yaşa.
Eyvallah ömrümün ölümle mükafatlandırılan son teşekkürü!
Sağlıcakla…
Cevap: Ezgin Kılıç kaleminden
Bazen bana sesleniyorsun; efendim diyip başımı kaldırıyorum, yoksun.
Sen bana hep “öyle geliyorsun”…
Cevap: Ezgin Kılıç kaleminden
Birileri için öldüğüne üzülme, çünkü Allah için yaşamaktır aşk…
Cevap: Ezgin Kılıç kaleminden
Üzgünüm dedi, sevemeyeceğini söyledi benim onu sevdiğim gibi. Ağır tecrübeleri olmuş, kalbinde hala iyileşmemiş yaraları varmış ve kırık…
Ağladı bir de, “üzgünüm” diye yineledi.
Omzunu ovaladım, yüzüne gülümsedim. Her şeye rağmen mutlu olmasını ve hep yanında olduğumu söyledim; o ağladı, ben baktım, baktım…
Vedalaştık, yolumuz tersti birbirimize, her şeyde olduğu gibi.
Sırtımı döndüm, uygun adım ağladım.
Ben ondan da üzgündüm…
Cevap: Ezgin Kılıç kaleminden
Seni yanımdan alan,
Aklımdan da alabilir mi acaba, ya da şu sancıyan sol yanımdan?
Cevap: Ezgin Kılıç kaleminden
Sen seviyorsun diye dinlediğim şarkılar, sen istiyorsun diye gittiğim yerler, sen duygulanıyorsun diye izlediğim filmler...
Sen gittin diye hiç biri gitmedi..
Yaşadığımı biliyorlar ve hergün beni biraz daha öldürmek istiyorlar sanki..
Tıpkı işi yarım kalmış birer katil gibi hepsi.
Cevap: Ezgin Kılıç kaleminden
Ne kadar kolaydı değil mi?
Sen sahip olduğun için gidebildin, ben sahiplendiğim için vazgeçemedim.